Cumartesi, Eylül 3

Taşındık!!!

Bloğumuz buraya taşındı. Yeni masallar ve sohbetlerde oradan görüşmek üzere :)



Cumartesi, Temmuz 9

Kızımla Kavuştuk!

Merhaba herkese,


Kızım ve ben kavuşalı kırk günü geçti. Anne olmak, bir çocuğu olmak ne acayip, ne fevkalade bir şeymiş! Masalların bana öğretemediği bir duyguyla belki de ilk kez karşılaşıyorum. Hala durup durup ağlıyorum.


Öyle sandığım gibi bloga zaman bulamayacak değilim. En azından şimdilik... Kızım fırsat verse de ben kendimi onu seyretmekten pek alamıyorum. Bu durumumuz geçer geçmez yeni masalımız yolda olacak merak etmeyin.


Çocuklu arkadaşlarıma kızıyorum; bu duyguyu nasıl olur da tarif etmezsiniz, nasıl olur da daha önceden davranmamız için ısrar etmezsiniz diye... Sanırım bu biraz tekamül gibi... Ne kadar anlatılsa da -mümkünse tabii- insan hazır olmadan algılaması güç. Hazırlıksız bu mutlulukla karşılaşanlara ne güzel sevinç!.. Umarım herkes bu gelişime en çabuk sürede ulaşıp bu muhteşem duyguyu yaşar :) 

Salı, Mayıs 10

Fetez ile Kızyarka

Günün masalı kendi masal kaynağımdan canlı :)

Bu sefer anlatan ablam. Bu da babaannemizin en çok anlattığı masal. Ben kendinden dinlemek şansını pek yakalayamadığım için ezberlemekte zorlanmıştım. Yine de bazan amcamdan bazan babamdan dinledim.

Bu masalda en sevdiğim ritmli bir şekilde neden-sonuç ilişkisinin sıralanması gelirdi... Hala öyle galiba :) Belki de bu masal yüzündendir, her şeyin nedenini, sonuçların başlangıcını araştırma merakım. Biz kadınların bundan şikayeti olmaz pek fazla... Ama erkekler için bazan sıkıcı mı oluyor ne!..

O halde, erkek anneleri; bu masal sizin için olsun!



Fetez adının kaynağına ulaşamadım. Kızyarka ise Türkçe ve "anaerkil" düzene dair. Bu isimlerden haberi olan varsa ve bilgi verirse çok sevinirim.

Pazartesi, Mayıs 9

Kral ve Üç Kızı

  Bir oyuncu olarak, tutamadım kendimi ve Shakespeare'in de bir oyununa konu aldığı masalı seçtim ilk masal olarak. Kral Lear'i okuduğumda ne kadar şaşırdığımı hatırlıyorum; çocukluğumun uyku nefesi koskoca bir yazarın konusuydu... Meğer o da masal severmiş...


İşte bu yüzden Kral ve Üç Kızı'nı anlatmak istedim.


Umarım elma sizin de başınıza düşer :)









Cuma, Nisan 1

Ma ile Pita'nın masalı...

   Bir varmış bir yokmuş... Bundan yıllar yıllar önce Ma ile Pita adında çok yakın iki arkadaş varmış. Öyle ki her fırsatta birbirlerini görür, gezer dolaşır, dertleşirlermiş.
   Gel zaman git zaman Pita fark etmiş ki Ma çok güzel bir kadın; biraz daha farklı bir sevgiyle yaklaşmaya başlamış. Bir yandan da  çekiniyormuş; Ya Ma kendi gibi bir sevgiyle karşılık vermezse, ya arkadaşından da olursa diye...
   Çok geçmeden Ma bu değişikliği fark etmiş ve çok heyecanlanmış. Heyecanlanmasına kendi de şaşmış; bu kadar yakın bir arkadaşa böyle duygular hissediyordum da neden daha önce anlamadım, diye düşünmüş. Yoksa, demiş kendi kendine, ben yanılıyor muyum, acaba Pita bana farklı yaklaşmıyor da ben kendi heyecanımdan mı öyle sanıyorum?.. Bir süre böyle devam etmiş; ne Pita Ma'ya ne Ma Pita'ya açılamamış ama heyecanla görüşmeye devam etmişler.
   Bir akşam Pita Ma'yı pek güzel bir yere davet etmiş. Ma "Tamam işte, demiş, eğer kendimi kandırmıyorsam bu akşam açılacaktır." Gitmişler, kahvelerini içmişler, tam sessizlik olmuşken Pita birden heyecanla sormuş: Tavla oynayalım mı? Ve büyük bir hevesle tavla oynamış... Neyse, diye düşünmüş Ma, hiç değilse tavlada yenilen bir erkek değil... Eve döndüğünde, ablasına üzülerek 'Haydi yavrum kemik diye tavla oynadı yaa' diye dert yanmış.
   Bir kaç gün sonra Pita  Ma'yı tekrar davet etmiş. Tamam, demiş Ma. "İşte bu akşam o akşam! O söylemezse ben söyleyeceğim!" diye de karar vermiş. 
   Bir de buluşmuşlar ki Ma ne görsün, yanlarında Pita'nın bir arkadaşı daha. Bütün umudu kırılmış Ma'nın; bunca zaman konuşamayan, arkadaşının yanında nasıl cesaret eder, diye düşünmüş. Ma düşündükçe içmiş, içtikçe dans etmiş, dans ettikçe içmiş... sonunda ayakta duramaz olmuş. Tam dengesini kaybedip düşecekken Pita Ma'yı tutmuş, bir an gözlerinin içine bakmış ve öpmüş. 
   O günden sonra "hiç ayrılmadan, mutlu mesut" yaşamamışlar ama gerçek aşkı bulmuşlar!...
   Gerçek aşkı bulduklarını anlamaları da bir başka masaldır...
   Gökten üç elma düşmüş; biri İda'nın başına, biri gerçek aşkı bulanların başına, sonuncu da aşkını korumak için çabalayanların başına...

Salı, Mart 22

Neden

Masallarla büyüyen bir çocuktum.
Ablam yatılı okulda okurdu; hafta sonu eve döndüğünde, yatakhanede birbirlerine anlattıkları masalları anlattırmadan uyumasına izin vermezdim kızın. Kendimi hep iyi kalpli kızların, prenseslerin yerine koyardım dinlerken; canavarlarla mesafeli ama heyecan içinde hesaplaşırdım… Ama nasıl olduysa yaşarken prenses olmadığımın farkındaydım.
Bir iki sene önce bir proje için masallar üzerine araştırma yaparken “Masalların Şifresi” adlı bir kitaba rastladım. ‘Bu toplumsal ürünlerin ve şifreli diyebileceğimiz bir anlam dizgesine sahip olduğunu hatta masallar ve mitoslar yoluyla toplumların ortak bir sembolik dil oluşturduklarını’ söylüyordu kitap. ‘Kızına masal anlatan anne aslında erkeğin felsefesini aktarmaktadır. Eril toplum kadını masal yoluyla daha çok küçükken şekillendirmekte; böylece kendi adına çıkabilecek problemleri önlemektedir. ‘ İşte ben, masalın bana -bilinçli ya da bilinçsiz- bu başarılı aktarımından kaynaklanan yolla, aslında ‘prenses’ olmadığımı ama hep ‘iyi kalpli’nin  doğruluğunu ve kurtların maalesef var olduğunu canavarlardan akılla kurtulacağını, küçükken yerleştirmişim kafama. Hiç canavarla karşılaşmadım mı? Kurtlara kestirme yolu bırakmadım mı? Kendimi peri kızı gibi havalarda uçarken kuyuların dibine düşmedim mi? Evet, ufak tefek maceralar geçti başımdan. Ama hep mutlu bitti masallarım; sonsuza kadar mutlu yaşayabileceğim bir gerçek içindeyim.
İnsan kızına da aynı bilgiyi, aynı acısız yolla aktarmak istemez mi hiç? Bunun için -henüz erken ya- kitapçı kitapçı dolaşmaya başladım. Gelişen pedagoji etkisi ile elbette ki masalların yerini hikaye kitapları almıştı. İçlerinde çok etkilendiklerim de var. Yine de ben masalların o büyülü dünyasını istiyordum. Ama hangi masal kitabına elimi atsam masallar bir tuhaf geliyordu: Sonu değişmişti masalların… Çok kısalmışlardı… Girizgahları yoktu artık; o büyülü dünyaya  kapı açmıyorlardı… Renkli değil de siyah-beyaz görünüyorlardı… Ana dilini güzel ve doğru konuşma takıntısı olan ben için adeta katliam yeri olabiliyordu rastladığım kitaplar. Üstelik çoğu aynı masaldı; dinlediğim o bin bir çeşit masallar yoktu ortada… Ya eril toplum sorunları çözmemizden memnun kalmamıştı ya da dişil toplum sandığımızdan daha baskındı ve daha didaktik biçimde yöntemlerini ortaya koymak isteğindeydi.
Masalları hatırlamaya çalıştım. Hala çalışıyorum. Ablamdan yardım istedim. Sadece yazmamaya karar verdim. Seslendireceğim ve blogda böylece yayınlayacağım. Böylece sadece kızım değil birlikte büyüyeceği ve belki de birlikte yaşayacağı insanlar için ortak bir dünyacık kurabilirim.
Görüşmek üzere,
İda Ma